Yere uzanmış, yıllardır benim için tek gökyüzü olan aynalı tavana bakıyordum. Aisha Hanım uyurken ev fazla sessizdi. Sıkıntıdan yansımamı incelemeye başladım. Yüzüm çok güzeldi, metal dudaklarım hariç. Ellerimi dudaklarıma götürdüm, sanki başkasına aittiler. Gözlerimi kapatıp hanımımın dudaklarına dokunduğumu hayal ettim. Sadece ellerim dokunma hissine sahipti. Böyle uygun görmüştü Aisha Hanım.
Gözlerimi açtığımda dikkatim vücuduma kaydı. Boynumdan aşağısı eski tip bir robotun tasarımından esinlenilmişti. Masmavi ve çeliktendi. İçimin çok daha gelişmiş olması dışında temel fark dört kolumun olmasıydı. Yüzüm gibi tüm vücudumun insanımsı olmasını diledim ve bir anda simsiyahtım, o metalik mavi gitmişti. Dileğim gerçekleşti sandım saati anlayana dek. Hanımım bu vakitlerde uyanırdı. Kendime alarm olarak gece görüşümü kapatırdım ben de.
Ayağa kalkıp salonun ışıklarını yaktım. Turuncu perdelerden birinin hafifçe oynadığını fark edince pencereyi ve perdeyi kapattım. Hanımım dışarıyı görmekten nefret ederdi. Ev hapsi onu çok değiştirmişti. Daha otoriterdi. Onu kızdırmak istemezdim.
Aceleyle garson üniformamı, eldivenlerimi giydim. Vakit gelmişti. Asansörün karşısına geçmemle kapı açılıverdi ve içeriden dünyanın en güzel kadını çıktı.
"Günaydın Aisha Hanım."
"Günaydın Jan."
Topuklu botlarını takırdatarak masaya yöneldi. Oturması için sandalyesini çektim. Bugün spor şıklığındaydı ama zaten ona her şey yakışıyordu.
"Kimi alırdınız?" dedim metalik sesimin sevgi dolu çıkmasını umarak.
Bana bir restoranda duyulabilecek en normal soruyla karşılaşmış gibi baktı. Bu duruma hızlı alışmıştı doğrusu.
"Menüyü alabilir miyim?"
"Buyurun Aisha Hanım," deyip eğilerek menüyü uzattım. O sıcak ve ıslak dudaklar soğuk dudaklarıma değecekmişcesine bana yaklaşıp gülümsedi. Kalbimin, vücuduma hayat veren mavi sıvıyı daha hızlı pompalamaya başladığını fark ettim. İçten içe panikledim ve geri çekildim. O ise hiçbir şey olmamış gibi güzel ela gözleriyle menüyü inceledi.
"Geçen seferki gibi intergalaktik baro başkanı ister miydiniz? Ayrıca menüye zaman turisti avukatı ve birkaç sanatçı ekledim."
"Hayır Jan. İyi bir sohbetin kıymetini bilecek birini istiyorum. Tekrar 'haklarımı biliyorum', 'yaptığınız insan ticareti' dırdırını dinlemek istemem. Gerçi başkanın kafatası yatak odama güzel bir dekor olurdu."
"İsterseniz ayarlayabilirim."
"Jan, benim tatlı köpeğim, şaka yapıyorum. Hem polisler evimi kontrol etmeye karar verirse kafatasını nasıl açıklarız?"
"Tabii ki şaka yapıyorsunuz. Siz gerçek bir canlıyı asla öldüremeyecek kadar hassas ve narinsiniz."
"Teşekkürler Jan. Beni gerçekten iyi tanıyorsun. İki kahve lütfen. İkincisini arkadaşımı seçtikten sonra getir."
"En sevdiğiniz kahveden getiriyorum efendim." Mutfağa giriyordum ki arkamdan seslendi.
Hemen yanına koştum.
"Buyurun hanımım."
"Menüye ressam eklemişsin. Harikasın! On dokuzuncu yüzyıldan Hollandalı, post empresyonist bir ressam istiyorum. Evet, onu istiyorum. Vincent Van Gogh!"
"Gerekli hazırlıkları hemen ayarlıyorum. Siparişiniz hazırlanana kadar başka bir şey ister misiniz?"
"Hayır, hayır! Bir an önce hazırlansın. Beden ölçülerine göre şık, siyah bir takım dikilsin. Onu sen karşıla ve de ki Aisha Hanım size bir tablo sipariş edecek ve karşılığında istediğiniz uzunlukta, hayal edemeyeceğiniz kadar lüks bir tatil sağlayacak. İstediği her yemek ikram edilecek, her içki sunulacak."
"Hay hay, nasıl isterseniz."
"Makyaj odama gidiyorum. Üstümü değiştireceğim. Geldiğimde her şey hazır olsun."
Sofrayı hızla hazırlamayı bitirdiğimde, dört kolum sağ olsun, "Neredeyim ben?" diye misafir odasından bağıran Van Gogh'u duydum. Yanına gittim. Beni görünce korkuyla çığlık atıp bayıldı. Neyse ki henüz onu tüpten çıkarmamıştım. Sol kulağı dışında sağlıklı görünüyordu. Bir yeri yaralansa iş çok uzardı. Baygınken onu giydirdim.
Üniformam boynumu kapatıyordu fakat sırtımdaki iki kolumu görünmez moda almayı unutmuştum. Gerekli illüzyon sağlandığında Van Gogh'u karşılayabilecek kadar sıradan görünümlü bir garsondum. Ressamı salondaki koltuğa taşıdım. Artık ona göre normal bir yerde kendine gelebilirdi. Uyandığında, "Ah, Tanrım! Korkunç bir rüya gördüm. Ölmüştüm ve dört kollu bir Tanrı beni karşılamıştı. Tıpkı Hinduizmdeki gibi. Başka bir inanca göre yargılanacağım fikri o kadar korkunçtu ki," dedi.
"Vincent Bey, sakin olun. Ne yazık ki Tanrı değilim ve bakın sadece iki kolum var."
"Siz kimsiniz peki? Neredeyim?"
"Aisha Hanım'ın malikânesindesiniz. Kendisi çok zengindir. Sizin kadar ünlü birinin tablosu bile onun için ufak bir masraftır."
"Ben mi? Ünlü mü? Ne saçmalık bu! Nasıl bir şaka?"
"Sakin olun. Size her şeyi açıklayacağım. Etrafınıza bakarsanız bu salonda birkaç tablonuzu görebilirsiniz."
Şaşkınca etrafına baktı. Otoportresine yaklaştı ve iyice inceledi.
"Bu ne saygısızlık böyle! Bunların hepsi replika. Ben hiçbir tablomu satamamışken biri beni taklit mi ediyordu?"
"Efendim, bunlar hanımımın çizimleri. Gerçek eserleriniz müzelerde sergileniyor. Yılda milyonlarca insan sizin eserlerinizin olduğu müzeleri geziyor. Ölümünüzden sonra..." Yanlış bir şey dediğimi fark ettim ve sustum. Yeniden korku dolu olmasını beklediğim surat gülümsüyordu. Bana sarıldı.
"Demek gerçekten öldüm ve siz bana bu güzel haberi vermek için gönderilen bir meleksiniz. Çok teşekkür ederim, çok! Sonunda başardım!"
Hafifçe geri ittim beyefendiyi. "Evet, başardınız fakat cennette değil gelecektesiniz. En büyük hayranınız Aisha Hanım'ın evinde."
"Gelecek mi?" Şaşkınlıkla bana baktı.
"3218 yılındayız. Teknoloji çok gelişti. Örneğin ben bir siborgum. Şey gibi düşünün beni, şey... tren! Evet, trenler için atam diyebilirim."
"Demek insanlar başka insanlar yarattı ha!"
"Yok efendim. Ne insanı. Ben sadece hizmet için üretilmiş basit bir makineyim," dedim. Bunu sesli söylemek çok rahatsız ediciydi. "Acıkmışsınızdır, buyurun masaya oturun."
Etrafına şaşkınca bakınarak beni takip etti. İyi ki mutfağı görmemişti. Bilgisayarların nasıl yemek yaptığını açıklamak yorucu olurdu.
"Aisha Hanım size bir tablo sipariş edecek ve karşılığında istediğiniz uzunlukta, hayal edemeyeceğiniz kadar lüks bir tatil sağlayacak. İstediğiniz her yemek ikram edilecek, her içki sunulacak," diye geliş sebebini açıkladım. Yemeğe dokunmuyordu. "Buyurun, başlayın," dedim.
"Hanımefendiyi bekleyeceğim. Ne kadar zengin bir masa böyle!"
"Evet efendim. Her şeyi düşündüm. Portakallı ördek, şarap ve mezeler. Bakın dinozor mezesi bile var."
"Dinozor mu?"
"Ah tabii, bu sizin için çok şaşırtıcı olsa gerek. Geçmişten soyu tükenmiş canlıları klonlayıp soframıza koyuyoruz."
"Klonlamak?"
"Tabloların replikalarını yapmak gibi. DNA'yı okuyup kopyasını yaratıyoruz. Çok lezzetlidir. Çekinmeyin, mutlaka deneyin." Bu dediğimin üzerine düşünceli bir yüz ifadesi takındı.
Mutfağa yöneliyordum ki hanımım geldi. Yüzü porselen gibi kusursuzdu. Gözlerinin güzelliğini gölgeleyen güneş gözlüğünü ve siyah saçlarını saklayan şapkayı çıkarmış, saçlarını düzleştirmişti. Tarçın rengi pantolonunun üzerine V yaka krem rengi dar bir bluz giymişti. Bot yerine ayağındaki ince kelepçeyi saklamayan bir stiletto giymişti. Omuzlarındaki ceketi almak için yaklaştığımda parfümünü içime çektim. İşte o an kıskançlığım başladı. Bu kesik kulaklı ressam için miydi bu kadar süs?
Van Gogh'un karşısına oturup ellerini önünde birleştirdi. Sessizliği ilk ressam bozdu.
"Gerçekten 3218 yılında mıyız Aisha Hanım? Ben buraya gelmeden önce 1890 yılıydı."
"Bana sadece Aisha diye hitap edebilirsin Vincent. Evet, 1890'dan buraya getirdik. Sormak istediğin çok şey olmalı. Lütfen, çekinme."
"Burası neresi Aisha Hanım?"
"Hollanda topraklarında, benim malikânemdesiniz. Bu büyük salon, evimin küçük bir kısmı sadece."
"Peki siz kimsiniz?"
"Ben tarihi eserlere tutkun bir kadındım. Adım Aisha Klaas. Yüzlerce tarihi eser çaldım fakat son vurgunumda ihanete uğradım. Artık özgür değilim." Bu cümleyi duyunca suçluluk hissettim fakat ben asla Aisha'ya ihanet etmez, onu yalnız bırakmazdım.
"Buranın hapishaneye benzediğini söyleyemem," diye şaşkınlığını belirtti ressam.
"Zenginsen ne suç işlersen işle cezan hafif olur. Kanıtı burada, hayatımda. Sadece ev hapsi aldım. Evim çok lüks olduğu için pek sıkıntım yok sayılır. Tek sorun evimin etrafındaki küre."
"Küre mi?"
"Perdelerin kapalı olduğunu fark etmişsinizdir."
Hanımım ayağa kalktı ve perdeyi açtı. Gökyüzü olması gereken yer beyazlıktan ibaretti. Van Gogh şaşırmış olmalıydı ama ben gözlerimi Aisha'dan alamıyordum.
"Çok yalnızım Vincent. Gördüğüm tek yüz bir siborga ait." Ressama yanaştı ve ufak bir öpücük kondurdu. Öfkeyle yumruklarımı sıktım ama bir şey yapmaya cesaret edemedim.
Van Gogh öpücüğe tepki vermedi bile. Aisha'm hiçbir şey olmamış gibi yerine oturup konuşmaya devam etti.
"Bu beyaz küre, evime ucuz bir antika eşya bile satın alsam eşyanın yaşını saptayıp polise bildiriyor."
"Burası benim eserlerimin replikalarıyla dolu. Demek zenginliğinize rağmen gerçeklerini alamamanız bundan. Küre yüzünden tarihi eser kaçakçılığını bırakmak canınızı sıkmış olmalı."
"Sıkıntım konusunda yanıldınız. Küre yüzünden yıllardır gökyüzünü görmedim. Bu yüzden buradasın."
"Sonunda vereceğiniz sipariş konusuna geldik."
"Bana gökyüzünü çiz Vincent!" Bu cümleyi duyunca irkildim. Yakın zamanda ben zaten hanımıma gökyüzünü hediye edecektim. Ben dururken yabancı birinden onun için bu kadar önemli bir şeyi nasıl isterdi?
"Öncelikle birkaç sorum daha olacak. On dokuzuncu yüzyıldan gelen biri olarak merak ettiğim çok şey var."
"İstediğin her şeyi sorabilirsin. Ama önce fotoğraf çekelim." Selfie çekmek amacıyla elini kaldırdı. "Yüzüğe bak ve gülümse."
"Ne kadar küçük bir fotoğraf makinesi! Fakat zaman yolculuğu kadar şaşırtıcı değil. Garsonunuzu çoktan bir sürü soruyla bunalttım ama bazı şeyleri sizden duymam lazım. Küre geçmişten gelen birini nasıl fark etmiyor?"
"Eğer geçmişten bir insanı hiçbir eşyası olmadan evime ışınlarsam küre bunu fark etmiyor."
"Peki neden ödememi tatil ile yapacaksınız?"
"Sizi geçmişe para ile gönderemem. Geçmişi değiştiremeyiz. Zaten tüm hayatınızı biliyorum. Sağlık sorunlarınıza bile hâkimim."
"Anlatın bakalım. Neymiş sorunlarım?"
"Ruhsal sorunlarınız saymakla bitmez. Epilepsiniz var. Doktorunuz Paul Gachet'i yüksük otu, bilimsel adıyla Digitalis purpurea ile portre etmişsiniz. EKG'nizi çeksek ihtimalle bu bitkiden dolayı Dali bıyığı görürüz. Ayrıca bu ilacın yan etkilerinden biri görmenizi etkileyen sarı-yeşil diskromatopsisidir. Rahat olun. Ruhsal ve fiziksel tüm sağlık sorunlarınız için gerekli tedaviyi sağlayabilirim."
"Çok fazla terim kullandınız. Bunlar önemli değil. Geçmişi değiştiremem dediniz. Ya geçmişe dönünce sizin portrenizi yapmaya karar verirsem. Bu geçmişi değiştirmek değil midir?"
"Zekisin Vincent. Seni geçmişe geri göndermeden hafızanı sileceğiz."
"Yani hasret olduğunuz gökyüzünü çizmemin tek karşılığı hatırlamayacağım bir tatil ha!"
Aisha'yı koruma amacıyla yanlarına gidecek oldum. Hanımım eliyle git işareti yaptı.
"Vincent sakin ol, lütfen."
"Sakin olamam Aisha Hanım! Garson bana tatilimin istediğim uzunlukta olabileceğini söyledi. Tahmin ediyorum ki istersem ölene dek burada yaşayabilirim."
Ressama baktım. Bir on dokuzuncu yüzyıl beyefendisi bu olayları ne kadar anlayabilirdi ki?
"Eğer ölene dek burada yaşayabileceksem bu geçmişi değiştirmek değil midir? Söyle bana kadın! Bu masadaki dinozor mezesinden farkım var mı? Geçmişten kopyalanıp tüketilmek üzere masana koyulmuş!"
O anda hanımımın öfkeli gözlerini üzerimde hissettim. Van Gogh'a masadaki yemekler hakkında haddinden fazla bilgi vermiştim.
"Sandım ki başarılı bir sanatçıyım. Az daha kendime inanacaktım. Oysa ben sadece geçmişten kopyalanmış değersiz bir replikayım. Değersiz bir replika! Geçmişe dönmek istesem ne yapacaktınız? Öldürecek miydiniz beni? Asla korkmam ölümden! Nasıl öleceğime ben karar veririm!"
Aisha ve benim şaşkın bakışlarımız karşısında Van Gogh şarap kadehini kırdı ve cam parçasıyla boğazını kesti. Yere düştüğünde şarap ve kan birbirine karıştı.
Hanımım sakin ama sert bir ifadeyle bana baktı. "Hemen bu pisliği temizle ve bana yeni bir Van Gogh replikası hazırla. Bu sefer intihar edip öldüğü tarihe yakın bir halini getirme sakın. Ve o çeneni sıkı tut. Üstüme kan sıçradı. Üzerimi değiştirmeliyim. Döndüğümde her şey hazır olsun."
"Hay hay, nasıl isterseniz Aisha Hanım," dedim ezberden. Sonra fikrimi değiştirdim. Hanımımı bileğinden yakalayıp mutfağa sürükledim.
"Jan ne yapıyorsun?" diye bağırdı.
"O öpücük de neydi öyle?"
"Senin ne haddine bana hesap sormak. Alt tarafı robotumsun," deyip yüzüme bir tokat patlattı. Bu sözler canımı çok acıtmıştı. Ama hanımımın eli daha fazla acımış olmalıydı.
Hemen buz hazırlayıp uzattım. Buzu eline tuttu. Yüzünde pişman bir ifade vardı.
"Gökyüzünü özledim. İnsanları, aşkı özledim. İstediğimi elde etmek için her şeyi yaparım, biliyorsun." Biraz düşündüm ve zaman makinesini çaktırmadan açıp geçmişten bir eşya getirmek için zihnimden komut yolladım.
"Benim ne istediğim neden umurunda olsun? Ben basit bir robotum."
"Jan, özür..."
"Sana kızgın kalamıyorum. Replika olman umurumda değil. Seni seviyorum."
Anlamaz gözlerle bana baktı. "Replika mı? Ne saçmalıyorsun öyle?"
"Bak Aisha, ihanete uğradığın zaman gerçek seninle anlaşma yaptık. Gerçeğin uzaklarda özgürce yaşıyor. Sen de polisi oyalamak için burada yaşayan bir kopyasın." Yutkundum. Aisha istediği şey için her şeyi yapmaz mıydı? Ben de aynı şeyi yapabilmeliydim lakin neden kötü hissediyordum?
Sessizce ağlamaya başladı. "Yani ben onca şeyi çalan başarılı hırsız değil miyim? Ben de mi değersiz bir kopyayım? Gerçeğim, kendini çalıp yerine beni mi koydu?" Hayır, demek istedim. Beni replikasıyla yalnız bırakma planını hafızasından sildiğimi, kopya Aisha planının hiç hayata geçmediğini söylemek istedim.
"Benim için en değerlisin Aisha." Zaman makinesinin geçmişten ışınladığı yüzüğü aldım ve ona uzattım. "Seni seviyorum, lütfen aşkımı kabul et."
"Ama bu yüzük çok güzel ve eski. Jan ne yaptın? Polisler gelecek. Van Gogh! Sonsuza kadar hapis yatacağız. Seni hurdaya verirler." Korkuyla bana sarıldı.
"Kaçış yolumuz hazır. Sana sürpriz yapacaktım."
Sevinçle bana baktı. Ayağındaki kelepçeyi etkisiz hale getirdim. Benim gibi bir hırsız için çocuk oyuncağıydı. Hazırladığım tünele girdik. "Beni seviyor musun? Son kez soruyorum. Hayır dersen sonsuza dek hizmetkârınım." Öz güveni kırılmış olan Aisha'm beni şimdi kabul etmezse asla kabul etmezdi.
"Evet." Elleriyle başımı kavrayıp beni kendine çekti. Dudaklarıma yapıştı. Bir şey hissedemesem de öptüm aşkımı. Fakat neden hâlâ ağlıyordu? Enseme bir acı saplandı. Hareket sistemlerim etkisiz hale getirilmişti. Anlamaz gözlerle Aisha'ya baktım. Beni kucağına yatırdı.
"Seni becerikli bir yalancı olarak yaratmadım Jan. Yalan söylemek benim işim. Hem sen asla gerçek beni bırakmazdın. Ne yazık, yalan söylemeseydin aşkını kabul edebilirdim."
Elimi dudaklarına götürüp öptü. Beni yere yatırıp gözlerimi kapattı. Ensemden mavi kanım boşalırken son duyduğum şey giderek uzaklaşan ayak sesleriydi.
Bu öykü, daha önce Golem Fanzin'in 4. sayısında yer almıştır.