Kabuk

· 4 dakikada okunur
Kabuk
Photo by Greg Rakozy / Unsplash

Ben, birkaç ay sonra bedenine doğacak olmayı sabırsızlıkla bekleyen körpe bir ruhum. Nerede sonlandığı bilmediğim bu karanlık boşlukta, birbirinden farklı siluetlere bürünmüş diğer ruhların yaptığı gibi, varlığımın tamamlanacağı o günün gelmesini bekliyorum.

“Acaba nasıl bir hayatım olacak?”

Birkaç metre uzağımda bağdaş kurmuş, tepemizdeki rengarenk yıldızlarla donatılmış göğü izlemekte olan eski bir ruhun düşüncesiydi bu. Benden çok daha uzun süredir buradaydı. Bembeyaz, pürüzsüz silueti şeffaflığından arınmış, ağırlaşmıştı. Değerli bir ruhtu, dünyaya asırda bir gelen nadirlikte bir ruhtu hem de. Ne yazık ki içine doğmak üzere olduğu beden annesinin karnına tutunamamış ve ona bir yuva olmaktan çıkmıştı. Bana tam olarak böyle demişti. “Kendimi o gün çırılçıplak hissettim.” Ziyan olmaması gerektiğini düşündüklerinden onun bir sonraki yüzyıl gelene kadar burada beklemesi gerektiğine karar verilmişti. Bedeniyle bütünleşmeyi yıllardır beklemekte olan bu ruhun günü nihayet gelmişti artık.

“Heyecanlı mısın?” diye sordum ona. Bizlerin sesi yoktu, düşüncelerimiz vasıtasıyla birbirimizi duyuyorduk.

“Korkuyorum.” dedi. “Son anda çıkacak bir talihsizlikten ve bu sebeple koca bir yüzyıl daha burada bekleyecek olmaktan korkuyorum.”

“Merak etme. Bu sefer her şey yolunda gidecek. Kısa bir süre sonra dünyaya gidecek ve oradaki amacını gerçekleştireceksin.” Ona bu güveni ne sebeple verdiğimi bilmiyordum, sebebini düşünmüyordum da. Her ruh gibi benim de bazı baskın özelliklerim vardı ve davranışlarım bu özelliklerin doğal birer sonucu olmalıydılar. Bir ruha en büyük ıstırabı veren şeyin şüphesiz gereğinden çok uzun süre bir bedene yerleşememesi olduğu söylenir. Bedeniyle hiç bütünleşemeyip yavaş yavaş silinenlerden olmak bizler için öylesine acı vericidir ki bu ihtimalin gerçekliğini çoğu zaman yadsır ve kabuklarımızla bir olacağımız günü mutlak bir son olarak kabul ederiz. İşte bu sebeple, bana endişeli düşüncelerini açmış olan bu ruhun doğacağı günü umutla beklemesini sağlamak beni memnun eden bir eylemdi.

“Eminim dünyada da beni sevmeye devam edeceklerdir.” Sitemli cümlesini kendisi de bir süre tarttı, düşündü ama düşüncelerini yine bana açmadığından onu duyamadım. Şu an burada ona koşulsuzca hayranlık duyan ruhlar, dünyaya geldikleri ve onu tekrar tanıdıkları zaman ona haset duyacaklardı.  İçlerinden belki de ona ihtiyaç duyan birkaç kişi çıkacak ve başka seçenekleri olmadığı için onun üstün bir insan olduğunu kabul edeceklerdi. O, bunu iki şekilde gerçekleştirebilirdi: Ya dehasının keskin bıçaklarını onlara yönelterek onları korkuyla kendine bağlayacak ya da hasar almaya müsait bir şefkatle onlara kucak açıp sevgilerini kazanacaktı. İlk yolu deneyen birçok ruh olmuştu. Gerekli donanımlara sahip olunduğu takdirde seçmesi ve gitmesi kolay bir yoldu bu, güvenliydi. Ama onun, belki de burada çok uzun süre beklediğinden düşünmesi için bolca vakti olmuştu, seçtiği zaman tamamlanmış hissedeceği yol diğeriydi ve bunun onu ne denli korkuttuğunu biliyordum. Bu sebeple söylenmesi gereken ve doğrusunu zaten bildiği bazı beyaz yalanlara çok ihtiyacı vardı.

“Bu kadar iyimser olmana imreniyorum, benim asla yapamadığım bir şey bu. Senin hamurunda mutlu olmak var.” Dedi.

“Bir şekilde içimdeki kasvetten kurtulmam gerektiğini hissediyorum. Diğer türlü beni nelerin beklediğini bilememek korkutuyor.”

“Mesela silueti dikenli ve biraz karanlık olan şu ruh… Onun bir kez bile çiçek açtığını görmedim. Dünyaya doğmasına günler kaldı ama elinde olsa çıkarken kendini bilerek kordonuna dolayacak kadar da sevmiyor var olmayı.”

“Belki de ona bunu sevdirecek bir şey henüz burada değildir.” Dedim. Gözlerim, bahsettiğimiz ruhu aradıysa da onu bulamadım, belki de çoktan doğmuş ve buradan gitmişti.

Bir ruhun kendini sevmemesi beni üzerdi. İlk zamanlar kendimde bu durumu değiştirme sorumluğunu hissettiğimden kayıp ruhlara dokunmaya çalışmıştım. Onlara dokunmak zordur. Tuzaklarla dolu çelikten duvarlarının arkasında kendilerini öyle güvende hissederler ki oraya girmek için elleriniz kanamak zorundadır. Eğer kanamaktan korkan da bir ruh değilseniz ve o duvarlardan bir şekilde sızmayı da başarırsanız, hiçbir gel çağrınız dinlenmediği gibi kendinizi o yabancı korunakta kısılmış bir halde bulmanız da pek olasıdır. Bu sebeple, biraz zaman sonra onları kendi korunaklarının içinde kendileriyle bırakmanın en doğrusu olduğunu fark ettim.

“Sen çok iyi bir dostsun. Dünyaya geldiğimde seni unutmayacak olmayı isterdim.”

“Bunu ben de çok isterdim. Kim bilir belki de bedenlerimizi giymiş bir şekilde birbirimize yeniden denk geliriz.” Güldüm, o da gülümsedi.

“Eğer denk gelemezsek bir insan ömrü kadar bekleyeceğiz.” Artık göğe değil, bana bakıyordu.

Bir insan ömrü kadar beklemek… Ne demek istediğini anlayamamıştım.

“Orada sana çok ihtiyacım olacak, arkadaşım.” İlk kez adımı kullanmamış ve bana “Arkadaşım ” demişti. Burada, bizim için bir anlam ifade etmeyen bu sözcüğün insanlar arasında kıymetli bir anlam taşıdığını biliyordum, o da biliyordu. Biraz sonra, beyaz siluetinin etrafını çevreleyen parlak bir ışık belirdi. “Yoksa, çağırılıyor musun?” diye sordum merakla. Bir ruhun buradan ayrılışına daha önce hiç şahit olmamıştım. Ayrılma zamanı yaklaşan ruhlar, günü gelmemiş diğer ruhlardan kendilerini soyutlamak ister. İçten içe en doğrusu olduğunu kabul ettiğimiz bir davranıştır bu. Günü gelince, bizi burada tutan aidiyet bağının kopuverdiğini ve içimizde bir doğum sancısının başladığını söyleyedururlar. Ancak yanı başında beklemekte olduğum bu ruh kendini benden soyutlamayı hiç istememişti.

“Zamanı geldi.” Gözlerini kapattı ve belki de şu ana dek sahip olduğu en büyük huzurla kafasını kaldırdı. Işıklar onu tamamen sarmıştı artık. “Çok hafif...” dedi fısıldayarak. Onu dünyaya doğarken izlememem gerektiğini biliyordum. Bir ruhun tamamlanış anına şahit olmak, geride kalan ruhlar için işleri çok daha zor bir hâle getirebilirdi. Ama arkadaşımı yalnız bırakmayı hiç istemiyordum.

Silinmeye, ışık zerrelerine karışıp yükselmeye başladı. Gidiyordu. Bedenine kavuşmak için dünyaya doğuyordu. Mutluydum, boşlukta savrulmaması için var olduğum günden beri yanında olduğum ruhun tamamlanmasını izlemek beni memnun etmişti. Ama içimde, henüz ne olduğunu tanımlayamadığım yeni bir his de yeşermeye başlamıştı. Acı, hüzün, sevinç, korku… Belki de ismini bilmediğim başka bir şey ama bana ilk defa uğrayan bir boşluk hissiydi bu.

“Hoşça kal,” dedi, tamamen silinmeden hemen önce. “Nihayet, hikâyem başlıyor.”


Mastodon