Kalabalığın elini eteğini sokaklardan henüz yeni çektiği bir vakitte Jean, mütevazi balkonundan yeni şehrini izliyordu. Görüntüsüne hayran kalmış olacaktı ki kadehini dudaklarına götürmeden evvel onun şerefine kaldırdı. Sonbahar yapraklarını kaldırımdan süpüren yaşlı adam, kıkırdayarak oynaşan birkaç genç çift ve gün boyu toplayabildiği bir avuç metaliği saymanın derdine düşmüş çingene kızlardan başka sükuneti bozan hiçbir şey yoktu sokaklarda. Tatlı gürültülerdi bunlar, dinlemekten keyif alıyordu. Bir de kapıları yarın sabaha dek açılmayacak hanelerin bacalarından tüten yemek kokuları vardı. Belki bir gün bu şehir Jean’ı da bağrına basarsa o sofralardan birine oturabilir, keyiflerine ortak olabilirdi. O gün gelene dek, küçük ve eski otel odasının misafiri olarak kalacaktı.
Eskisi kadar genç hissetmiyordu Jean kendini, halbuki yirmili yaşlarındaki delikanlıyı ardında bırakmasının üzerinden yalnızca beş yıl geçmişti. Daha fazla paranın derdinde değildi. On yıl süren başarılı avukatlık macerası ona uzun süre yetecek tatilin faturasını çoktan ödemişti. Sorumluluğunu üstlenmek zorunda olduğu bir eşi ve ardından ağlayacak boy boy çocukları da yoktu. Özgürdü Jean, yine de yorgundu. Belki de sadece kaybolmak, haritadaki yerini bile bilmediği bir şehrin herhangi bir yabancısı olmak istiyordu.
Şarap yavaştan dilini uyuşturmaya, onu eylül rüzgarının tatlı kollarına bırakmaya başlamıştı bile. Gözlerini kapadı ve akşamı alabildiğine içine çekti. Huzurluydu, özgürdü… Biraz sonra, kulaklarına ilişen başka bir duyguyu hissetti.
Kemanın sesi çok yakından, birkaç kat üstü balkondan geliyordu. Gözlerini açmadı Jean, uzun bir süre sadece enstrümanın tiz yakarışlarını dinledi. Yayın tele her sürtüşünde ensesinin ürperdiğini, tüylerinin diken diken olduğunu hissedebiliyordu. Yükseldi… Gökyüzüyle bir olana dek yükseldi… Bu baş döndürüş, içtiği şarabın etkisi miydi yoksa kim olduğunu bile bilmediği bu sanatçının bir marifeti miydi karar veremedi. Sadece dinledi Jean.
‘’Bay Montra?’’
Onu çağıran sesle gözlerini açtı ve gökyüzünden yere, beton balkonuna çakıldı. Arkasını döndüğünde odasını aydınlatmayı unuttuğunu ve yüzlerini akşam ışığında belli belirsiz seçebildiği bir kadınla uzunca bir erkeğin orada durduğunu fark etti. Aceleyle içeri girip abajuru yaktı.
‘’Buyurun benim?’’
Hafifçe tombul olan kadın biraz utanmış şekilde gülümseyerek Jean’a baktı. Ak düşmeye başlamış saçlarına taktığı bonesini düzeltip konuşmaya başladı.
‘’ Rahatsızlık verdiğimiz için özür dilerim bayım ben Roksena, otelin hizmetlisiyim. Bu da oğlum Codrut, bir şeyler kırılır ya da bozulursa hiç çekinmeden onu çağırabilirsiniz. Bir şeye ihtiyacınız var mıydı acaba?’’
Karşısında duran kadın, ağzından çıkacak istekleri yerine getirmek için fazla istekli görünüyordu fakat aynı şeyi anasının yanında dikilen izbandut oğlu için pek söyleyemezdi. Aksanlarından yola çıkarak Romanya’dan göçmüş olabileceklerini tahmin etti Jean, orada iş gereği birkaç ay bulunmuş ve insanlarını tanıma fırsatı bulmuştu. Acıkmaya başladığını hissediyordu ancak yeni bir öğün için saatin biraz geç olduğunu düşündü. Yine de sormak istediği bir şey vardı.
‘’ Keman… Kimin çaldığını biliyor musunuz?’’
Delikanlı anasından önce davrandı.
‘’Rahatsız mı oldunuz Bay Montra?’’ Ses tonu da en az yüzü kadar donuk ve biraz da tehditkardı.
‘’Ah hayır, aksine hayran kaldım. Bu yetenekli müzisyenle tanışmayı çok isterim.’’
İkili, halen çalmaya devam eden enstrümanın sesini daha iyi duyabilmek için balkona yaklaştı. Uzunca bir süre sadece, ağızlarından tek bir çıt çıkmadan şarkıyı dinlediler.
‘’ Kara Kemani… ‘’ dedi Roksena en sonunda fısıltıyla, gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Jean şaşırmıştı, ama daha da garibine giden, kaya kadar ifadesiz delikanlının da anasına eşlik ediyor oluşuydu. Şarkı en tiz notalarına ulaşırken, kemanın yayı yüreklerinde gezermişçesine iç çeken anayla oğlunu izledi Jean.
Şarkı sona erdiğinde, Roksena ve Codrut birbirlerine sarılı haldeydi.
‘’İyi misiniz?’’ Dedi Jean, bir yandan onları rahatsız etmek istemiyor bir yandan da kendini çaresiz hissediyordu.
Roksena cebinden iki ipek mendil çıkardı, biriyle oğlunun gözlerini diğeriyle kendininkileri sildi.
‘’Özür dileriz bayım… Ah… ‘’ Sesi çatallıydı. ‘’ Leon’um. Keşke… Keşke daha iyi bir adam olabilseydin.’’ Ellerini başının dört yanında gezdirirken oğlu da aynı hareketi tekrarladı, Roksena’nın aksine Codrut’ın gözyaşları ilk mendil darbesinde kurumuştu.
‘’ Bir bardak su ister misiniz? İyi görünmüyorsunuz. ‘’ dedi Jean. Demin yaşananlara hiçbir anlam veremiyordu. ‘’Bir yabancının önünde ağlayacak kadar anlamlı bir şarkı mıydı onlar için?’’ diye geçirdi içinden.
Kadın kamburlaşan sırtını çabucak doğrultup kendini toparladı. ‘’ Çok naziksiniz Bay Montra… Sizi fazlasıyla rahatsız ettik, tekrardan özür dileriz ‘’ Mendilleri cebine koydu. ‘’ Bir ihtiyacınız olursa lütfen çekinmeyin. İyi geceler.’’
‘’ Avizenin ampulü yok, yarın gelip bir tane takarım.’’ Dedi izbandut delikanlı.
Balkon kapısından esen soğuk rüzgar gecenin gelişini haber verirken Jean’ın yapabildiği tek şey, odayı çabucak terk eden ikilinin arkasından uzunca bakakalmak oldu.
***
Uyandığında gördüğü rüyanın ayrıntılarını başta hatırlayamadı Jean. Yatağında birkaç dakika oyalanınca kareleri birleştirmeye başladı. Bu şehirdeydi, meydandaki Ağlayan Melek Havuzu’nu görmüştü rüyasında. Şehre ayak bastığında karşısına çıkan ilk tarihi yapıydı havuz, hayran kalmıştı. Çevresinde insanlar toplanıyor, dilek dilemek için içine bozuk para atıyorlardı. Her şey normaldi, havuzun ortasında ağlayan heykelin yerinde Jean olması dışında her şey… Sırılsıklamdı.
Kapısının tıklanmasıyla yatağından fırladı. Onu sabahın köründe rahatsız eden de kimdi? Duvarda asılı duran ahşap saate baktığında, öğle vaktine yalnızca bir saat kalmış olduğunu gördü. Jean uzun bir uyku çekmişti belli ki, ama vücuduna çökmüş ağırlık tam tersini söylüyordu.
Çabucak sabahlığını giyip gözlüğünü taktı. Kapıyı açtığında elinde büyükçe bir ampulle bekleyen Codrut’ı gördü.
‘’İyi günler Bay Montra, avize için geldim. ‘’
‘’Sana da Codrut, içeri gel.’’
Cüssesine göre fazla çevik olan delikanlı, davetin ardından hızla içeri girip cebinden çıkardığı küçük aletlerle işine koyulmuştu bile. Jean ona vermek için odada müsait bir sandalye aramış olsa da buna hiç gerek kalmamıştı.
‘’ Duyda temassızlık var, biraz uzun sürebilir.’’ Dedi Codrut gözlerini birkaç taşı düşmüş kristal avizeden ayırmayarak.
‘’Sorun değil, sen rahatına bak. ‘’
Delikanlı fazla konuşkan değildi, gerek olmadığı sürece ağzını dahi açmıyordu. Güleç ve bodur anasından böylesine içine kapanık bir çocuğun nasıl çıktığını merak etti Jean. ‘’Belki de babasına çekmiştir.’’ Diye düşündü. Bu düşünce aklına gelir gelmez dün geceden kalma sorular zihnine geri dolmaya başlamıştı.
Kendini tutamayarak odadaki garip sessizliği ilk bozan o oldu.
‘’Annen bir adamdan bahsediyordu… Leon. Eğer özel bir mevzu değilse…?’’
‘’ Babam.’’ Dedi Codrut, gözleri hala yaptığı işteydi. ‘’Babamdı.’’
‘’Başınız sağ olsun.‘’
‘’Teşekkürler Bay Montra.‘’ Delikanlının ne yüzünden ne de sesinden bir fikir edinebiliyordu Jean, onunla iletişim namına bir şeyler kurmak fazla zordu.
‘’Babasız büyümenin ne kadar zor olduğunu bilirim, insanlar sana acıyarak bakarlar ama akıllarının bir köşesinde senin sahipsiz olduğun gerçeği her zaman yatar.’’
‘’Ben sahipsiz değilim Bay Montra.’’
‘’Elbette değilsin, neredeyse yetişkin bir adamsın artık. Yine de…’’
‘’Lütfen kendinizi beni teselli etmek zorunda hissetmeyin. Babam öldüğü için mutsuz değilim, ölmesi gerekiyordu. Ya annem yaşayacaktı ya da o. Ben de annemi seçtim.’’ Delikanlının sesi gururluydu.
Jean bir süre hiçbir şey demedi. Tabakasından bir adet sigara aldı ve dumanını içine çekerken karşısında duran genç adamın cümlesini tarttı. Onu yargılamalı mıydı? Yıllarca insanları yargılamaktan başka bir şey yapmamıştı. Mesleğe yeni başlamış hali olsa Codrut’ın üstü kapalı itirafını didikler ve onu hiç sorgulamadan kara listesine eklerdi. Ama mahkeme salonlarında geçen yıllar, ona zorunda kalmanın ne demek olduğunu öğretmişti. Bu çocuk hiç erkek şefkati görmemiş.
‘’ Şarkı sizi derinden etkilemiş gibiydi, açıkçası müzisyenin kim olduğunu size sorduğum için pişmanlık duydum. ‘’ Nihayet baklayı çıkarmıştı Jean, ister istemez olaylardan kendini sorumlu tutuyordu.
‘’ Hayır Bay Montra…’’
‘’ Jean, lütfen bana Jean de.’’
‘’ Hayır Bay Jean, Kara Kemani’nin kemanı bizi sık sık ağlatır. Zemin katta durduğumuz için onu pek fazla duymayız ama duyduğumuzda…’’ Delikanlı utanmış gibiydi. Ağlamak ve o birbirine çok eğreti iki şeydi. Jean, müzisyenden bahsederken Codrut’ın gözlerinde ilk kez parıltı görür gibi oldu.
‘’ Kemani, enstrümanını sık sık çalar mı peki?’’
‘’ Her akşam. Aynı saatte.’’
Codrut nihayet işini bitirdiğinde Jean iyice acıktığını fark etti. Delikanlıyı yolcu etmek için kapıya yöneldi.
‘’Teşekkür ederim Codrut, oda ampulsüz fazla kasvetli duruyordu.’’
‘’ Güle güle kullanın Bay Jean.’’ Delikanlı tam kapıdan çıkacakken durdu ve Jean’a baktı.
‘’ Sakıncası olmazsa benim de sormak istediğim bir şey var.’’
Jean çok şaşırmıştı. ‘’Elbette.’’
Codrut sıkkınca devam etti. ‘’ Aslında ben değil annem merak ediyor ve sormazsam başıma iyi şeyler gelmez. ‘’ Yanakları kızarmıştı. ‘’Varlıklı bir beye benziyormuşsunuz, niçin bu köhne otelde kalmayı tercih etmişsiniz. Burda yahniden başka et çıkmazmış…’’
Jean’ın verecek bir cevabı yoktu. Sorunun cevabını kendi bile bilmiyordu.
‘’ Evet, daha önce gösterişli yerlerde konakladığım da oldu. Şehrin en güzel manzarasını gören otelin bu olduğunu varsaydım ve sanırım haksız da çıkmadım!’’ Güldü.
Codrut meraklı anasının bu cevaptan tatmin olmayacağını biliyordu ama daha fazla konuşmak istemedi.
‘’ İyi günler Bay Jean.’’
‘’ Bay değil, sadece Jean. ‘’ dedi Jean gülümseyerek.
Codrut’ın dudağının bir kenarı ilk defa azıcık yukarı kalktı. ‘’ İyi günler Jean.’’ Sonra kapıdan çıktı ve hızlıca aşağı kata indi.
Delikanlının arkasından kapıyı tam kapatacakken üst kattan gelen topuk seslerini duydu Jean, adımlar yavaş ama yankılıydı. Kalp atışlarının yükseldiği hissetti. İçini kemiren merak onu kapıyı kapatmamaya zorlamış, gelen kişiyi görme arzusuyla doldurmuştu. Kim olduğunu tahmin edebiliyordu.
Simsiyah mantoya sarılı ince, uzun bedeni gördü önce dar kapı aralığından, elinde keman çantası tutan kadının kafasındaki şapka yüzünün büyük çoğunluğunu kapatıyordu. Jean bu dikizlemenin sapıkça hissettirdiğini fark etse de kendine engel olamamıştı, izlemeye devam etti. İşte Kara Kemani… dedi içinden. Kadının boydan boya giydiği ve taktığı aksesuarlar bu ismin hakkını fazlasıyla veriyordu. Yine de yüzünü göremiyor olmak onda büyük hayal kırıklığı yaratmıştı. Biraz sonra kadın adımlarını yavaşlatıp durdu ve omzunun üstünden arkasına baktı. Kalp atışlarını ağzında hisseden adamın kapının ardına kaçarken gördüğü son şey, Kemani’nin hançer gibi keskin gözleriydi. Topuk sesleri koridoru terk edene Jean, nefes bile almadı.
***
Doyurucu öğle yemeğinde sonra şehri biraz turlamaya karar verdi. Codrut’ın anası haklıydı; günün menüsünde bir tas tavuk suyuna çorba, az salçada pişmiş yahni, pilav ve şerbetli ekmek tatlısı vardı. Yemekler Jean’ın alışkanlıklarının birkaç gömlek altındaydı, ancak maharetli bir aşçıdan çıkmış oldukları çok belliydi.
Sıcak banyosundan sonra koridorda duyduğu utancı biraz olsun hafifletebilmişti Jean, hiç yaşanmamış gibi davranmaya çalıştı. Biraz sonra temiz kıyafetlerini giyecek, şehrin yabancı sokaklarında ismi dahil her şeyi unutacaktı. Hazırlandıktan sonra metal tabakasıyla çakmağını yanına aldı ve odadan çıkarken koridoru kolaçan etti. Kimsecikler yoktu. Çabuk adımlarla aşağı kata inip oteli ardında bıraktı.
Akşamından çok farklı bir şehir vardı karşısında. Hızlı adımlarla ilerleyen takım elbiseli adamlar, yere serdikleri örtüyü doldurma çabasıyla kıvırtan çingene kızlar ve çocuğunu gezdirmeye çıkaran yorgun anneleri izledi Jean. Dünyanın her yerinde kural aynıydı demek, insan her yerde insandı. Yine de şehrin akşamları huzurlu ve sakindi. Geride bıraktığı memleketini özlememek için gayet yeterli bir sebepti bu Jean için.
Güneş batıdan kaybolmaya başladığında, avare gezintisinin son rötuşunu havuzun yanına giderek atmak istedi. Şanslıydı ki Ağlayan Melek, oteline uzak mesafede değildi, ayaklarını daha fazla ağrıtmak zorunda kalmayacaktı. Hedefine vardığında, ellerindeki bozuklukları suya atan küçük insan yığınını nazikçe yararak en öne geçti. Kim bilir içlerinden neler geçiyordu bu kalplerin, peki benim kalbimden ne geçiyor?
Bir süre sadece kız çocuğu gibi bakan meleği izledi Jean, gözlerinden akan yaşlar havuzun suyunu besliyordu. Sonra rüyasında paralarını o ağladıkça kafasına atan insanlar geldi aklına, bu anıyı çabucak silivermek için başka şeyler düşündü. Ancak gözlerini kapattığında önüne yalnızca daha beteri geliyordu, ona bakan bir çift ela göz… Cebinden rastgele bir bozukluk aldı ve suya attı.
Otele vardığında hava çoktan kararmıştı. Akşam yemeğini yiyip bir dal sigarasını da içtikten sonra salonu terk etti. Odasına girip üstünü bile değiştirmeden dünden kalan yarım şişe şarabını aldı ve balkona geçti. ‘’Her akşam, aynı saatte.’’ Demişti Codrut. Bekleyecekti…
Jean bekleyedursun, manzarası dün akşamın tıpatıp aynısıydı. Kalabalık dağılmış ve artık işi olmayan herkes huzurlu yuvasına çekilmişti. Kanı ısınmıştı çoktan bu şehre, ama belki de keramet bu şehrin değildi. Mesleğinin beraberinde getirdiği suni problemleri düşünmek zorunda olmamayı seviyordu. Kanı kaynayan her genç gibi idealleriyle çıkmıştı bu yola, suskunların sesi olacaktı. Ancak davulun sesini bir de yakından duymak, tüm kalbiyle dirense de onu en sonunda hayal kırıklığına uğramıştı. Belki biraz durup sıkılınca memleketine geri dönecek ve işine kaldığı yerden devam edecekti. Ama birkaç gün için bile olsa hiç kimse olmak onun için büyük lükstü.
Kadehinin son yudumuna geldiğinde, Jean kulaklarında yine aynı duyguyu hissetti.
Kara Kemani’nin ezgileri buralardan değildi. Uzaktan, hiç ziyaret edilmemiş memleketlerin bağırlarından kopup gelmiş gibiydi. Kemanının dili yoktu belki, ama olsaydı da bundan daha fazla şey anlatamazdı. Tüyleri bir kez daha diken diken olan Jean başını kaldırıp yukarıya baktığında ışıkları yanmayan balkonlardan başka bir şey göremedi.
Sandalyesine gömülüp şehre bakmak istediğinde, huzur namına hiçbir şeyin kalmadığına şahit olmak Jean’ın yanaklarına tokat gibi çarpmıştı. Çingeneler, sevgililer, yerleri süpüren yaşlı adam ve yüzünü daha önce görmediği diğerleri… Hepsi bir köşeye oturmuş ağlaşıyordu.
İçinde tutuşmayı bekleyen dürtünün fitili nihayet ateşlendiğinde, elinden düşüp kırılan kadehi umursamadan, tüm telaşıyla odasını terk etti. Kara Kemani’nin kapısına vardığında, görünmez bir duvara toslamış gibi birkaç saniye düşünmeyi akıl edebilmişti sadece. Yapacaktı, kapıyı tıklattı.
Kemanın sesinin kesilmesinden biraz sonra karşısında ona bakan ela gözlerle karşılaştı Jean. Şimdi ne olacaktı? Ne diyecekti daha bu sabah dikizleyip yakalandığı kadına? Özür mü dilemeliydi? Pişmanlık duyuyordu, yine de geri dönmek için çok geçti.
‘’ Buyurun?’’ Kadının kadife ve uysal sesi Jean’ı bir nebze olsun rahatlatmıştı, belki de beni fark etmemiştir diye düşündü. Boğazını temizledi ve gümleyen kalp atışlarına aldırmadan konuşmaya başladı.
‘’ Bu güzel müziğin sahibesiyle tanışmak isterim.’’ Sesinin kendinden emin çıkmış olmasına sevinmişti. Mesleğinin ona kazandırdığı birkaç küçük oyunculuktan biriydi bu sadece, bazı zamanlar onu kullanmaktan hiç gocunmazdı. Siyahlar içindeki kadın, önünde dikilen adamı süzdü. Kirpikleri, göz kapakları her kapandığında birbirine karışacak kadar uzundu.
‘’ İçeri buyurmaz mısınız? ‘’
Jean bu teklifi beklemiyordu, okkalı bir tokat yiyip postalanacağını sanmıştı ama kadın davetkar ve yabancı gözlerini bir an olsun karşısındaki adamdan ayırmıyordu.
Jean içeri girdi. Ay ışığının aydınlattığı kasvetli odayı göz ucuyla incelerken onun, kendi odasından pek de farklı olmadığını gördü. Aynı yatak, aynı ahşap komodin, aynı kristal avize… Yatağın hemen yanına konmuş beşik dikkatini çekti, üzerinden sarkan tül cibinlik içinde yatan şeyi saklıyordu. ‘’Kara Kemani’nin bir bebeği mi vardı?’’
Kadın hiçbir şey söylemeden kemanını nazikçe çenesinin altına dayadı ve müziğine kaldığı yerden devam etti. Koyu saçlarından sarkan bir tutam lüle, şarkının yükseldiği zamanlar sahibesinin yüzünde dans ediyordu. Sonbahar esintisi odaya dolarken Jean, oturduğu koltuğa gömülüp gözlerini üzerinden ayıramadığı güzel ve bir o kadar da gizemli kadını mest olarak dinledi. Acıklı müziği herkesi ağlatan Kara Kemani kemanını çalarken huzur doluydu.
Kendinden geçen müzisyenin bakışları bir an adamı buldu ve elleri çalmayı bıraktı. Yüzü düşmüştü.
‘’Yoksa beğenmediniz mi?’’
‘’ Şarkınız, bugüne kadar dinlediğim en güzel şarkı.’’ Dedi Jean.
Kadın hiç hoşnut değildi. Yayını yere bırakıp kemanını da alarak balkona yürüdü. O yürürken siyahlar içindeki uzun elbisesi, açık balkon kapısından gelen esintinin ritmiyle efil efil uçuşuyordu. ‘’Ama ağlamadınız.’’
Jean onu delicesine takip etmek istediyse de içini, bu kadına karşı tarif edemediği bir ürperti sarmıştı. Belki bakışlarından, belki soğumaya başlamış geceden, belki de garip maharetinden…
‘’Hiç sevdiğiniz birini kaybettiniz mi bayım?’’ Diye sordu kadın merakla.
‘’Hayır hanımefendi, kaybetmedim.’’ Anne babası o çok küçükken terk etmişlerdi bu dünyayı, onları tanımaya fırsatı olmamıştı. ‘’Bu arada, ismim Jean.’’
Kadın arkasını döndü ve onu yaklaşan adama gülümsedi. Yüzüne vuran ay ışığı keskin, ince dudaklarının hatlarını çiziyordu. ‘’Benim adım da Leila.’’
Müziği gibi, Kara Kemani’nin de bu diyarlardan olmadığını anlamıştı Jean. Nereden geldiğini sormaya çekiniyordu belki ama içini saatlerdir kemirip duran o soruyu sormaktan geri durmadı.
‘’Niçin şarkınız herkesi ağlatıyor?’’
‘’Siz hariç herkesi.’’ Dedi kadın, sesi sitemliydi. ‘’Bunu kemanıma hakaret olarak sayıyorum.’’
‘’ Ağlamıyor olmam sizi rahatsız mı ediyor? ‘’
‘’ Ediyor, hem de fazlasıyla.’’
Jean’ın gözü seğirdi, sinirlendiğinde böyle olurdu. ‘’ Birini kaybetmediğim için sizden özür dileyecek değilim.’’ Sözleri ağzından çıkar çıkmaz kendine güldü. Bu mevzuyu bir an için ciddiye almış olduğuna inanamadı. ‘’Yeteneğinizin sorgulanamaz olduğunu kabul ediyorum ama bu, herkesin kalbine dokunabileceğiniz anlamına gelmez.’’
Kadın başını kaldırıp gözlerini göğe dikti. Ay ışığı, enstrümanının yıllar içinde sol tarafını incittiği beyaz boynunu ortaya çıkarmıştı. ‘’Kemanım elbet bir gün size de dokunacak. Ölümünün şarkıları onu tanıyan her kalbe dokunur.’’ tehditkar ve keyif dolu ses tonu Jean’ın canını fazlasıyla sıkmıştı.
‘’ İnsanlara acılarını her akşam hatırlatmaktan keyif alıyorsunuz.’’
‘’Sadece onun sesini duymak istiyorum.’’ Leila artık konuşurken keyif almıyor, kederli gözlerle sadece göğü izliyordu. Jean onun devam etmesini beklediyse de Kemani dudaklarını bir süre aralamadı.
Biraz sonra kadının yanağına bir damla yaş düşüverdi. Kemanını alıp nazikçe göğsüne oturttu; onu öperken dudakları, Jean’ın anlayamadığı bir dilde fısıldıyordu. Bağrına bastığı enstrümanını okşamaya başladı. ‘’Kaybetmekten korktuğu bir şeymiş gibi seviyor onu.’’ dedi Jean içinden, kadının kederi karşısında kendini işe yaramaz hissediyordu. Belki de şefkatli ve masum bir dokunuş gecenin kasvetini silip götürebilirdi. ‘’Leila…’’
‘’Şşşşt. Sessiz ol!’’ diye ürkerek geri çekildi Leila, kulaklarını enstrümanına dayamış dikkatle onu dinliyordu. Kara sürmesi, fal taşı gibi açılmış gözlerinden akan yaşlara karışmıştı. ‘’ Varlığın onu huzursuz ediyor.’’ Sesinde tiksinti ve öfke vardı. ‘’ Onu duyacağın güne dek sana lanet okuyacak.’’
‘’Kim lanet okuyacak Leila, kiminle konuşuyorsun?’’
Kadın cevap vermedi, sadece şefkatle gülümseyerek sımsıkı tuttuğu kemanına baktı.
İnci yaka düğmelerini açtı ve elbisesini, bir göğsünü açıkta bırakacak şekilde omzundan sıyırdı. Yarı çıplak kadın yanında dehşetle onu izleyen adamdan hiç çekinmişe benzemiyordu. Gecenin soğuğuna aldırmayan Kara Kemani, ay ışığının teninde bıraktığı huzurla enstrümanını emzirmeye başladı.
İşini bitirdiğinde, onu nazikçe beşiğine koyup iyi geceler öpücüğü verirken, Jean’ın oteli çoktan terk ettiğinin farkında bile değildi.