Kapı çalınca Okan elinde çevirip durduğu koliyi koltuğun altına sürüverdi. Ayağa kalkıp etrafa bir göz gezdirdi. Kapının hemen yanındaki aynada üstünü başını düzeltti ve suratında büyük bir gülümsemeyle konuğunu içeri buyur etti. Kadın daha eşikten adımını atmadan kocaman bir hediye paketini Okan’ın eline tutuşturarak “İyi ki doğdun canım!” diye haykırdı. Gecenin devamı iki sevgilinin beraberce doğum günü kutladığı herhangi bir gece gibi devam etti. Okan hediyesini açtı, büyük bir kibarlıkla teşekkür etti. Dışarı çıkıp şık bir restoranda yemek yediler. Okan kadını eve bırakırken yukarı davet edildi ve gayet ateşli bir şekilde davete icabet etti.
Gece yarısını geçen bir saatte kendi evine dönebildiğinde bütün gün süren kutlamalardan tükenmiş haldeydi. “40 yaş” bir dönüm noktası olarak mı görülüyordu yoksa 10’a bölünebilen yaşların özel bir anlamı mı vardı? Şu an Okan için kırk yaş, gençliğinde rahatça idare edebildiği böylesi günlerin artık üzerinden kamyon gibi geçtiğini idrak etmekten ibaretti. Yaklaşık üç gün önce pazarlama departmanı müdürlüğüne getirildiğinden, gün boyu hem terfi hem de doğum gününü tebrik için edilen onlarca telefona cevap vermiş, onlarca irili ufaklı hediye açmıştı. Fakat hiçbiri koltuğun altına sürülü paket gibi şok edici değildi.
Koliyi tekrar eline aldı. Üzerinde “Unutulmaz bir deneyim mi yaşamak istiyorsunuz? Kutunun içinde arzu ettiğiniz ve hatta arzu ettiğinizin farkında bile olmadığınız her şeyi bulacaksınız” yazıyordu.
Okan’ın artık bütün hücrelerine nüfuz etmiş pazarlamacı, Aslında fena slogan değil, diye düşündü. İlgi uyandırıcı, teşvik edici…
Kutunun üzerine iliştirilmiş kartta neredeyse ofisteki bütün erkeklerin adı yazılıydı. Kutuyu verirken kakara kikiri gülüşmüş, “Yalnızken aç,” diye de tembihlemişlerdi. Böyle otuz kişi bir hediyeye ortak olduğuna göre pahalı bir şey olmalıydı. Pahalı ve utandıracak bir şey.
Okan, Bu işin sonu fena, diye geçirdi içinden. Zaten o gruptan hayırlı bir şey çıkması olasılık dâhilinde değildi. Nitekim kuşkularında haklı çıktı. Kutuyu açar açmaz müdavimleri arasında “sanal kerhane” diye kısaltılan “Sanal Zevk ve Deneyim Şatosu” isimli şirketin logosu görünür hale geldi.
Okan, “Hakikaten alayı ahmak bunların!” diye iş arkadaşlarına saydırarak kutuyu tekrar koltuğun altına sürdü. Ne var ki iki saat sonra uyku tutmamış halde tekrar başına gelene kadar da onu aklından çıkaramadı.
“Elinizde tuttuğunuz başlık doğal bir deneyim için özel olarak tasarlanmıştır. On iki yıllık araştırmanın ürünü olan vakumlu yapısı kafatasınıza tam uyum sağlar ve yaydığı zararsız manyetik dalgalarla beyin haritanızı çıkarır. Bu sayede şatomuzda gerçeğinden farksız deneyimler yaşayabilir, varlığından haberdar bile olmadığınız zevkleri tadabilirsiniz.”
Okan “haberdar olmadığınız zevkler” ile neyin kastedildiğini çok iyi biliyordu. Her ne kadar kimse açık seçik anlatmasa da şatonun bahsi açılınca gözlerinde oluşan pırıltı müdavimlerin neden bu başlıkların bağımlısı olduğunu açıklamaya yetiyordu. Bütün bu olumlu reklama rağmen Okan’ın bunu daha önce denememesinin en önemli ve belki de tek sebebi şu beyin haritasının çıkarılması mevzusuydu. Karşılığında ne vadediyor olurlarsa olsunlar bu bilgiyi bir şirkete vermek istediğinden emin değildi.
Bir süre kullanma kılavuzunu evirip çevirdi. Aslında oldukça basit bir kullanımı vardı. Gözlerinizi ve kulaklarınızı saran başlığı kafanıza yerleştirip beş dakika haritalandırma için bekliyordunuz, sonra da şatoya giriyordunuz. Çocuk oyuncağı. Bu başlığa üç giriş tanımlanmıştı. Kullanmaya devam etmeyecekseniz aynı kutunun içinde şirkete geri göndermeniz gerekiyordu.
Kararsızlık içinde Sıkça Sorulan Sorular kitapçığına göz gezdirmeye başladı. Şirket beyin haritalarının başlık geri gönderildiği an veri tabanından silindiğini iddia ediyordu. İnanıp inanmamak gerçeklere katlanma eşiğinize bağlıydı. Sanal pezevenklerin beyin haritanızı yağlı bir müşteriye servis etmeyeceğine dair inancınız kuvvetliyse problem yoktu. Peki ama bu kadar bariz bir mahremiyet ihlalinin göz ardı edilmesini sağlayacak ne vadediyor olabilirlerdi? Milyonlarca insan bunu umursamadan, üstüne bir de küçük bir servet ödeyerek bu başlıkları neden takıyordu?
Okan esas motivasyonun merak olduğuna karar verdi. Şatonun içinde ne olduğuna dair ne fotoğraf ne video, hiçbir şey yoktu. Sadece tanıklıklar, tamamı her anlamda tatmin içeren tanıklıklar vardı.
Sıkça Sorulan Sorular kısmının en sonunda “Sanal ilişkiler aldatma sayılır mı?” diye bir kısım gördü. Bir ilişki uzmanı ile bir din adamının görüşleri yer alıyordu ve şaşırtıcı olmayacak şekilde ikisi de soruya negatif yanıt vermişti. Sanal partneriniz bir avatardan ibaret olduğu için şatoda yaşayacaklarınız birini hayal ederek mastürbasyon yapmaktan farklı değildi.
Okan, “Oh içim rahatladı şimdi,” diye söylenerek tekrar yatmaya gitti ama bu defa kutuyu koltuğun altına sürmedi. Ertesi gün kutu yatak odasındaki dolaba taşındı, bir sonraki gün komodinin üstüne. Üçüncü günse başlık yolculuğunu zaferle tamamladı.
Haritalandırma işleminin bittiğini haber veren minik vızıldamadan sonra Okan önerildiği gibi rahatça yatağına uzandı ve artan kalp atış hızına odaklanmamaya çalıştı. Gözlerinin önünde kara bir şato kapısı belirdiğinde bir an bir tereddüt yaşadı. Okula yeni başlayan bir çocuğun korku ve heyecanıyla etrafına bakındı. Birincil kişinin gözünden oynanan bilgisayar oyunlarından farksız bir deneyimdi, tek ve oldukça önemli bir farkla. Bu oyunu oynamak için joystick gerekmiyordu. Kapıyı açmak için sadece istemesi yeterliydi. Başlık beynini sürekli tarayarak nöronlar arasında gidip gelen bütün mesajları okuyor, ne yapmak istiyorsa avatarına onu yaptırıyordu. Kapı koluna uzandı.
Olduğundan daha ağır görünen tahta kanat yavaş yavaş açılırken bangır bangır bağıran müziğin sesi kulaklarına doldu. Her taraftan renk renk lazer ışıkları yüzüne saldırdıkça Okan istemsizce gözlerini kısıyordu. Rahatsızlığı giderek azaldı ve etrafında dans eden insanları seçebilmeye başladı. Bunların hepsi uygulama tarafından yaratılan avatarlardı.
Okan ortamın doğallığını, herhangi bir gece kulübünden farksız atmosferini gördüğünde neden insanların şatonun müdavimi olduğunu anlamaya başladı. Her şey daha önce şahit olmadığı şekilde gerçekti. Avatarların dans figürlerinden etrafta dolanıp servis yapan garsonların kıyafetlerine kadar her ayrıntı muazzam bir emekle tasarlanmıştı. Elbette bu teknolojiyi kullanan başka şirketler de vardı ama hiçbiri böylesi bir başarı elde edememişti. Okan nedeni görebiliyordu, hem de gözlerini bile kullanmadan.
Garsondan iki tekila shot aldı ve bekletmeden arka arkaya yuvarladı. Hafif bir sarhoşluk hissetmeye başladığında şaşırarak “Yok artık!” diye bağırdı. Kendi sesini duyduğunda istemeden irkilmişti, çünkü uygulama ses rengini birebir aynı şekilde kullanıyordu.
Büyük salonun köşesinde bir ayna olduğunu fark edince oraya doğru seğirtti. Aynada kendine baktı. Aslında var olmayan yansıma birkaç gün öncesine dair bir anıydı sadece. Üstünde sevgilisiyle yemeğe gittiği akşam giydiği kıyafetler olduğuna göre başlık beynindeki en yakın tarihli görüntüyü işlemiş olmalıydı. “Fena değil,” diye söylendi. “Sanal bile olsa pijamalarımla kerhaneye gelmek istemezdim galiba.” Biraz odaklanarak kıyafetlerini değiştirebildiğini gördü. Saçını, sakalını, göz rengini… Bir süre çocuksu bir neşeyle avatarı ile oynadı, daha sonra da ilk haline getirip bıraktı. Bütün bu meşgale heyecanını yenmesine yardım etmişti.
İki shot daha yuvarladıktan sonra esas meselenin döndüğü yere doğru hareketlendi. Artık hazırdı. Döne döne yukarı çıkan merdivenlerin başında asılı duran panoya dikti gözlerini.
“…
- Kat: Her cinsel yönelimden erkekler
- Kat: Her cinsel yönelimden kadınlar
- Kat: Androjenler, translar
- Kat: Hayvanlar
- Kat: Çocuklar
…”
Midesi bulanmaya başladı. Bunun olacağını tahmin etse bile gözleriyle görmek suratına bir tokat gibi çarpmıştı. Burada herhangi bir sınır yoktu. Belli ki sanal olduğu sürece kimse bir çocuğun seks işçisi olarak çalıştırılmasından rahatsız olmuyordu. “En nihayetinde bir avatar, gölgeden farksız,” dedi. Ardı ardına yuvarladığı shotlar midesinden yukarı doğru hareketlenince derin bir nefes aldı ve asansöre yöneldi, merdivenlerden çıkıp etrafta çocuk ve köpek görmeye niyeti yoktu. Doğrudan altıncı kat düğmesine bastı.
Kapı açıldığında cennet tasvirinin yanında sönük kalacağı bir manzarayla karşılaştı. Her yaştan, her ırktan çeşit çeşit kadın gülüşüyor, bir şeyler içiyor, dans ediyordu. Hepsi tamamen çıplaktı. Kıllı, kılsız, dövmeli, süt beyazı, gece karası, piercingli, etine dolgun, aşırı zayıf, dik memeli, dolgun memeli, küçük memeli, sıkı kalçalı, büyük popolu… sonsuz olasılıklar önünde sıralanıyordu. “Papaz her gün pilav yemez,” demişti bir defasında bir arkadaşı. Önünde sıralanan menüyü görünce kabaran iştahı ve pantolonun önü sayesinde sözün haklılığını bir kez daha takdir etti. Yirmilerinin başında görünen balıketi sarışın bir hatunu elinden yakaladı. Kız gülümseyerek bedenini adama yapıştırdı ve sürtünmeye başladı. Okan’ın vücudundaki bütün kan bacaklarının arasına pompalanırken kız dolgun dudaklarını kulağına yaklaştırıp “Burada mı?” diye sordu. Okan “Mümkünse hayır,” dedi. Performans kaygısı tutmuş bir ergen gibi hatunun peşine takılıp koridora saptı. Bir odaya girdiler ve her şey sona erdiğinde oradan bambaşka biri olarak ayrıldı.
Başlığı çıkardığında Okan bir süre tavanı seyretti. Bu yaşanan gerçek değilse, tamamen beynine iletilen birtakım dalgalardan ibaretse, gözleriyle gördüğünü zannettiği şeylerin gerçekliğinden nasıl emin olacaktı? Ya halihazırda başlık halen kafasındaysa? Ya başlığı hiç çıkarmadıysa? Bütün bu sorular cevapsız kalmaya mahkûmdu. Okan içtiği sanal shotlar ve üstünde bir saate yakın tepinmiş sarışının verdiği sarhoşlukla sızmadan önce banyoya gidip üstünü başını temizledi. Demin yaşanan şeyin tek kanıtı olan beyazımtırak sıvı sıcak suyla banyonun giderine doğru yollanırken adamın derin soruları da peşinden akıp gitti.
Pek de şaşırtıcı olmayacak şekilde, bir süre sonra başlık Okan’ın sevgilisinden özenle sakladığı en kıymetli varlığı haline geldi. Elbette sınırlarının nereye uzandığını da merak etmeye başlamıştı. Altıncı katta yaşadığı onlarca eşsiz deneyimden sonra bir üst katta neler olduğunu öğrenmek isteği peyda oldu. Kırk sene boyunca bir kez dahi hemcinsi biriyle ilişki yaşamamıştı. Bu kendi kendine çizdiği bir sınırdı. Elbette zaman zaman bunun nasıl bir his olabileceği üzerine kafa yoruyordu, hatta bunu merak etmemiş bir erkek olabileceğine de inanmıyordu. Yine de yedinci kata gitmek için asansöre bindiğinde bacaklarının titrediğini fark etti. Şato içinde ofisten biriyle ya da marketteki kasiyerle denk gelme şansınız yoktu. Kerhane çalışanı avatarlar dışında etrafta diğer müşterileri görmezdiniz. Özel olarak grup girişi yapmadıysanız (evet, böyle seçenekler de mevcuttu) tamamen size özel olarak dizayn edilmiş bir zevk yuvasıydı şato. Okan’ın tedirginliği biri tarafından görülmek ya da Sanal Zevk ve Deneyim Şatosu Şirketi’nin bu deneyimden haberdar olmasıyla ilgili değildi. Daha derin, aslında hep içinde taşıdığı o korku: Ya zannettiği gibi heteroseksüel değilse; bu deneyimden sonra içinde canlanmayı bekleyen homoseksüel ortaya çıkarsa? Eril tahakkümün bir neferi olan Okan erkekliğini kaybetmekle eşdeğer tuttuğu bu durumdan delicesine korkuyordu. Bir yandan da aktif-pasif gibi birtakım suni ayrımlarla kendini rahatlatıp bir erkeği hem de sanal olarak becermenin erkekliğine halel getirmeyeceğini düşünmekte de bir sakınca görmüyordu.
Asansörün kapısı açıldığında bir aşağı kattakine benzer bir manzarayla karşılaştı. Hepsi tamamen çıplak erkekler. Kıllı, kılsız, dövmeli, süt beyazı, gece karası, piercingli, hafif toplu, aşırı zayıf, kaslı, daha da kaslı, kel, uzun saçlı, büyük penisli, küçük penisli, dar kalçalı, geniş omuzlu… sonsuz olasılıklar önünde sıralanıyordu. Ne yapacağını kestiremedi. Bir süre etrafta dolanarak erkekleri gözledi. Onu görmemiş gibi kendi hallerinde takılıyorlardı. Avatarlar, onlarla fiziksel veya sözel temas kurmadıkları sürece müşterileri rahatsız etmezdi.
Okan köşedeki koltukta oturan genç oğlanı fark etti. Kömür karası saçları ve pürüzsüz, ipeksi bir cildi vardı. Kendinden sürmeli gibi görünen gözleri hülyalı şekilde uzaklara bakıyordu. Ne çok kaslı ne de çirozdu. Okan elini oğlanın göğsünde gezdirmek istediğini fark etti önce, saçlarını okşamak istediğini… İçinde uyanan bu histen memnun olmadı ama onu seyretmekten de kendini alamıyordu.
Garsona yanaşıp aldığı viskileri arka arkaya yuvarladı. Bu, içinin biraz daha yanmasına sebep oldu ama aynı zamanda oğlanın yanına gidecek cesareti bulmasına da yardım etti. Oğlanın karşısındaki boş koltuğa oturdu. Çırılçıplak gencin karşısında şık şıkırdam otururken ne denli tezat göründüklerini düşünmemeye çalıştı.
Oğlan doğrudan “İlk seferin mi?” diye sordu. Okan başını sallamakla yetindi. Oğlan ayağa kalkıp Okan’ın elini tuttu ve ardından sürüklemeye başladı. Okan onun kalçalarından gözünü alamıyordu. O an içinden geçen tek şey vardı; dişlerini bu kalçalara geçirmek.
Herhangi bir gence ait gibi tasarlanmış bir odaya girdiler. Etraftaki dağınıklıktan duvarlardaki posterlere kadar her şey inanılmaz derecede doğaldı. Odanın köşesine rastgele atılmış gibi duran dergiler, masanın üzerinde birikmiş boş bira şişeleri, hatta ağzına kadar izmarit dolu bir küllük bile vardı. Oğlan Okan’ı kendi elleriyle soydu. Dokunuşları zarif ama aynı zamanda ateşliydi. Okan ise oğlana dokunmaktan delicesine korkuyordu, şu noktadan geri dönemeyeceğini çok iyi bilse dahi kuşkuları içini kemirmeye devam ediyordu.
Oğlan en son Okan’ın iç çamaşırını çıkarıp doğruldu. Göz göze geldiler. Avatarların tek sorunu buydu. Gerçek bir insanın gözlerinin içine baktığınızda ruhunuza sirayet edecek duyguları bu gözlerde bulamazdınız. Büyük bir boşluğa bakıyor gibi hissederdiniz. Oğlan penisini avuçladığında bütün bu kuşkular Okan’ın aklından uçup gitti. O pürüzsüz cildi okşadı, sıkı kalçaları öptü, ısırdı ve sonunda iki avcunun arasında sıkıca kavradı. Okan için her şey bulanıklaştı o an. Ne kendi erkekliğini ne de -bacaklarının arasından sarkan organını apaçık görmesine rağmen- önünde zevkle inleyen oğlanın erkekliğini sorgulayacak durumda değildi.
O gece Okan için hem gerçek kimliğini bulduğu hem de kendini yavaş yavaş yitirdiği bir sürecin başlangıcıydı. Oğlana “Efe” diye seslenmeye başlamıştı. Normalde şirket avatarlara isim vermezdi, zaten müşteriler de isimleri öğrenmekle uğraşmıyordu fakat Okan sanal sevgilisine o kadar büyük bir sevgi ve sadakatle bağlanmıştı ki onu herhangi bir avatar gibi göremiyordu. Yıllarca şişme seks oyuncaklarını giydirip süsleyip yemek masasında karşısına oturtanlarla dalga geçtikten sonra yaptığının bunun bir benzeri olduğunu idrak edecek durumda değildi. Zaman zaman ona aşkını ilan ediyor ve karşılık vermesini bekliyordu. Efe söylemesi gerekenleri biraz duygusuz da olsa, gerçeğine yakın bir diyalog halinde aktarmayı başarıyordu. Zaman zaman sevişmeleri sonlandıktan sonra kan ter içinde yatağa uzanıp sohbet ediyorlardı. Vakit dolup da Okan kendi odasında gözünü açana kadar da bu sohbetlerden oldukça keyif alıyordu. Neredeyse her gün ziyaret ettiği bir metrese dönüşmüştü Efe.
Fakat bir gün beklemediği bir şeyle karşılaştı. İlk başta anlam veremediği bir şey. Yere fırlatılmış dergilerden birinin kapağında kendini gördüğünü sandı. Bir süre önce aylık yayınlanan bir iş dünyası yayınında kapak olmuştu. Okan’ın pazarlama departmanının başına geçmesinden bu yana şirket pazar payını yüzde on altı arttırdığı için dergi kendisinden “yılın pazarlama dehası” olarak bahsediyordu. Okan kendisini sevişmenin heyecanıyla yanlış gördüğüne ikna etse de içine bir kuşku tohumu ekildi. Sanal Zevk ve Deneyim Şatosu Şirketi bu odada çok fazla zaman geçirdiği için kişiye özel bir dizayn mı yapmıştı? Şirket içinden birileri “Ne yaptığını biliyoruz” mu demek istemişti? Şantaja mı maruz kalmıştı?
Uykusuz geçen geceler boyu bu sırrın açığa çıkmasının ona nelere mal olabileceğini düşündü. İşini kaybedeceği açıktı, belki arkadaşlarını ve ailesini de. Sanal Kerhane böylesi bilgilerin sızmasına izin veremezdi. Zaten izin verecek olsalar tek müşteri dahi bulamazlardı.
Okan “Kedi, köpek var burada,” diye avuttu kendini. Herkesin en karanlık arzularını tatmin ettiği bir yerde Okan’ın bir oğlanı becermesi haber değeri taşımıyordu. Sonunda işin üstünde yarattığı stres ve sakladığı sırların etkisiyle beyninin ona bir oyun oynadığına ikna oldu. Gerçi ikna olmasa da bir şey değişmezdi. Efe’siz yapamıyordu. Bir bağımlı gibi onunla beraber olmadığında yoksunluk krizlerine giriyordu.
Efe’nin etkileri bununla sınırlı kalmadı. Okan başarılı bir yönetici ve her ne kadar kabul etmese de “yeni gizli eşcinsel” olarak bir süre daha kız arkadaşıyla paravan ilişkisini sürdürmeye gayret etse de başaramadı. Kızın hiçbir suçu olmamasına rağmen Okan onu her gördüğünde sırlarını, korkaklığını ve iki yüzlülüğünü hatırlıyordu. Durduk yere kavga çıkarıyor, sevişmekten kaçınmak için saçma sapan bahaneler üretiyor, hatta kızı çıplak görmemek için gözlerini kaçırıyordu. Kız sonunda aldatıldığına emin oldu ve “Umarım o kaltakla mutlu olamazsın!” diyerek kapıyı çarpıp gitti. Bahsi geçen kaltak avatar Efe ise her gece köşedeki koltuğunda Okan’ı beklemeye devam ediyordu.
Okan bir süre sonra başka bir halüsinasyon daha gördü. İlkinden bile korkutucu bir yanılsama. Duvarda yıllardır orada asılı duruyormuş gibi görünen yıpranmış bir konser afişi vardı. Artık var olmayan bir rock grubuna aitti. Vokalleri aşırı doz uyuşturucu yüzünden ölünce dağılmış grubun son konserine ait bir afiş. Efe’nin, gerçekte var olsaydı, o zamanlar daha çocuk olması gerekirdi. Bu açıdan Okan afişi ilk gördüğünde, bu kadar genç tasarlanmış bir avatarın odasında bu afişin yer almasını biraz tuhaf bulmuştu. Belki tasarımcının sevdiği bir gruptur, diye düşünmüştü, aynen Okan’ın da sevdiği gibi. Hatta afişin duyurduğu konsere de o sıralardaki sevgilisiyle gitmişti. Zihninde unutulmaz bir gece olarak yer etmiş konserin afişine bakmak kendini biraz daha genç hissetmesini sağlıyordu. Fakat o gün bütün bu garip tesadüflerin ötesinde bir şeye tanık oldu. Sevişmenin ortasında gözleri bir anlığına duvara kaydığında afişte bir değişiklik fark etti; konserin tarihi olarak o günden tam üç gün sonrasının tarihi yazılmıştı. Okan bir an afallayıp duraklayınca sertliğini yitirmeye başladığını fark etti ve bakışlarını tekrar Efe’nin kalçalarına kaydırdı. Ona dünyadaki her şeyden daha fazla zevk veren adamın âdeta tapındığı bedenini seyretmeye başladı. Zihninin bulanıklaştığı orgazmın biraz sonrasında, yani tekrar beynine kan gitmeye başladığında, afişe tekrar baktı ama eski haline dönmüştü. Her şey olduğu gibi kalsa muhtemelen üstünde bir an bile durmayacağı bir anı olurdu. Fakat öyle olmadı, çünkü olayın ertesi günü Efe yok oldu.
Okan şatoya girip Efe’yi bulamayınca bir an kafayı yemiş gibi etrafta koşuşturmaya başladı. Kendini o kadar kaptırmıştı ki yatağında uzandığı yerde terliyor, nefes nefese kalıyordu. Sonunda pes edip başlığı kafasından hırsla çıkardı ve yatağın üzerine fırlattı. Başlığın kutusundan kullanım kılavuzunu çıkartıp vakit geçirmeden müşteri hizmetlerini aradı.
“Sanal Zevk ve Deneyim Şatosu. Size nasıl yardımcı olabilirim?”
Okan karşısında kanlı canlı bir insan sesi duyunca bir an afalladı. Efe’yi nasıl soracaktı ki?
“Şey, merhaba, bir süredir görüştüğüm bir avatar vardı ve ortadan kayboldu.”
“Anlıyorum,” dedi ses. “Bazen müşterilerden gelen şikâyetler neticesinde avatarların yeniden dizayn edilmesi gerekebiliyor, bazen de tamamen sistemden çekiliyorlar.”
Okan nefesinin kesildiğini hissetti. “Onunla ilgili bir şikâyet bırakmadım ben,” dedi çaresizce.
Ses anlayışlı olmaya çalışan bir tonla “Anlıyorum ama belki başka bir müşterimiz bırakmış olabilir,” diye karşılık verdi.
Okan aklından bile geçirmek istemediği bu ihtimalle iki büklüm oldu. Efe’nin başka müşterileri de olabilirdi. Karnına bir kramp girdi. Efe bir fahişeydi; erkek bir fahişe. Okan Efe’nin sadece kendisine ait olduğunu düşünmekten hoşlanıyordu. Telefondaki ses tepe taklak edene kadar da bu sanrıya inanmayı sürdürmüştü.
Müşteri temsilcisi uzayan sessizlikten müşterinin bu kayıptan gereğinden fazla şekilde etkilendiğini fark etti. “Sizin için durumu kontrol etmemi ister misiniz?”
“Evet, lütfen,” dedi Okan kırgın bir sesle.
“Hesabınıza erişebilmek için izninize ve müşteri numaranıza ihtiyacım var.”
Okan dünyası baş aşağı giderken mahremiyetinin ayaklar altında çiğnendiğini göremeyecek kadar kayıp haldeydi. Müşteri temsilcisinin sorduğu bütün sorulara kuzu kuzu cevap verdi ve birkaç ay önce beyin haritasının çıkarılmasından ürken adamın dönüştüğü hali fark edemedi.
“Maalesef sistemden çekilmiş,” dedi ses.
Okan nasılını veya bir çaresi olup olmadığını sormadan telefonu kapatıverdi. Sevgilisi ölmüştü ve ardından yas tutulmasını hak ediyordu.
O geceyi ve ertesi geceyi içerek ve bazen de ağlayarak geçirdi. Kız arkadaşlarının hiçbirinin ardından bu kadar üzülmemişti. Nedenini şimdi daha iyi anlıyordu. Aslında hiçbir zaman heteroseksüel değildi; yıllarca kendini, hayatına giren kadınları ve etrafındaki insanları kandırıp durmuştu. İlk defa gerçek aşkı tadıyordu ve âşık olduğu adam aslında hiç var olmamıştı. Okan için gerçek ve fantezi arasındaki sınır çoktan silinmiş, yerini karmaşık bir duygu ağına bırakmıştı. Efe ile anıları vardı. Sinemadan konuşmuş, dünya siyaseti hakkında atıp tutmuşlardı. Efe gerçekten okumuşçasına Okan’a kitaplar önermişti. Bazen işlerin nasıl gittiğini sormuş, bazen de kendi hayatından bahsetmişti. Okan için Efe sadece fahişe değildi, karşılıklı yemek yemek, yanında uyanmak, birlikte tatile gitmek istediği sevgilisiydi. Sadece becermeyi değil, onun tarafından becerilmeyi de istediği sevgilisi. Artık yoktu, hiç var olmamıştı ve bir anda ölüvermişti.
Efe’nin yok oluşunun üçüncü gününde Okan işten erken çıktı. İki gündür içip durduğu için acınacak haldeydi. Ofistekiler kız arkadaşının onu terk etmesini atlatamadığını düşündüler. Hatta birkaç kişi kızı aldatarak bunu hak ettiğini söyledi. Bütün bu dedikodular ona reddedemeyeceği bir bahane sunuyordu. Ne de olsa Okan gibi bir erkeğin kız arkadaşını aldatıp terk edilmesi, bir sanal kerhane avatarının, üstelik yarı yaşındaki bir oğlanın ardından yas tutmasından kabili kıyas olmayacak şekilde daha kabul edilebilirdi.
Bir süre amaçsızca sokaklarda turladı. Ayakları onu eskiden konser alanı olan ama şimdilerde otopark olarak kullanılan yere götürüyordu. Belki hâlâ Efe’nin duvarında asılı posterdeki yanılsamanın bir anlamı olmasını istiyordu, belki de sadece oraya gitmek ve sanal fahişesine, bitlerden, kodlardan ve kablolar üzerinde gidip gelen elektrikten ibaret sevgilisine, ilk gerçek aşkına, kendini bulmasına yardım eden genç adama veda etmek.
Otoparkın kapısına gelince saate baktı. Yıllarca evvel burada birikmiş kalabalığı, gümbürdeyen müziği, neşe içinde eğlenen insanları anımsadı. Ön gruplar sahnedeydi; elinde plastik bardakta birası, yanı başında o zamanlardaki sevgilisi, daha fazla saçı, daha az kırışığı vardı. Eskiden sahnenin olduğu yere doğru ilerleyerek arabaların arasında dolanmaya başladı. Bir çöp konteynerinin ardında yatan iki büklüm bir karaltı gördü. Normalde iğrenerek yanından geçip gideceği bu adamda bir tuhaflık vardı. Tanıdık bir duruş… Belki de sadece Okan’a öyle gelmişti. Yine de yanına gitti ve oraya çöküp kaldı.
Efe ya da gerçek ismi her neyse, kafasını zorla döndürüp Okan’a baktı. Gözlerinde ilk defa bir boşluk yoktu. Kanlı canlı gerçek bir insan, oldukça yaralanmış bir insan gibi bakıyordu. “Geleceğini ummuştum,” dedi.
Okan oğlanın sesini duyduktan sonra emin oldu. Üstündeki iğrenç kıyafetlere, kusmuk içindeki saçlarına ve berbat kokusunda rağmen bu Efe’ydi. “Sen… Nasıl? Anlamıyorum,” diye kekeledi.
Efe yanıt vermek yerine “Üç gündür bir şey yemedim,” diye fısıldadı. Okan hemen gidip yakınlardaki büfeden yiyecek bir şeyler aldı.
Oğlan karnını doyurduktan sonra biraz daha iyi görünmeye başlamıştı. “Şato neden başarılı biliyor musun?” diyerek anlatmaya başladı. Bütün avatarların ardında gerçek canlıların olduğunu, aynen müşteriler gibi sisteme başlıklarla bağlandıklarını söyledi. Bu sayede müşteriler daha gerçekçi deneyimler yaşayabiliyordu, çünkü zaten gerçektiler. Şirketin ilk yıllarında fahişeler kendi rızalarıyla bunu yapıyor ve ağızlarını sıkı tutuyorlardı fakat zamanla şirket daha etkin bir yol keşfetmişti. Avatarları devasa bir otelde, çeşitli uyuşturucuların, tehditlerin ve üst mevkilerdeki dostların marifetiyle alıkoyuyorlardı. Bu sayede dışarı bilgi sızmıyor, avatar rolü yapan fahişeler rahatça denetlenebiliyordu.
“Orada çocuklar var, hayvanlar var,” dedi Okan.
Efe yanıt vermeden boş boş baktı. Yaşadıkları her neyse empati yeteneğini köreltmiş olmalıydı.
“Beni oraya sattıklarında on dört yaşındaydım,” dedi sonunda. “Altı senedir üstümden yüzlerce adam geçti. Hepsi de senin gibi nazik değildi. Artık dayanamıyordum ve önce dergiyle sonra da afişle sana ulaşmaya çalıştım.”
Okan’ın midesi yukarı doğru hareketlendi. Nasıl bir işe bulaşmış, nasıl bir kumpasın içine düşmüştü? Birileri onu bitirmeye mi çalışıyordu? “Konser afişiyle sen mi oynadın?”
“Evet,” dedi Efe. “Fark ettiklerinde hemen düzelttiler ve beni kapı dışarı ettiler.”
Okan derin bir “oh” çekti ama bir yandan da anlayamıyordu. Bilgi sızmaması için bunca zahmete girip neden onu kapı dışarı ederlerdi?
“Bize verdikleri maddeler… Onları almazsam kısa zamanda öleceğimi biliyorlar. Kimsenin bana inanıp yardım etmeyeceğini de. Ama sen yardım edersin, değil mi? Bana bir doktor bulursun. Beni sevdiğini söylemiştin.”
Okan ayaklanıp Efe’den birkaç adım uzaklaştı. Onu seviyor muydu? Çöpün ardına gizlenmiş, pislik içindeki, daha biraz önce üstünden sanal da olsa yüzlerce adam geçtiğini söyleyen bu oğlanı gerçekten seviyor muydu? Sahip olduğu her şeyi kaybetmek uğruna ona arka çıkar mıydı? Koca bir şirkete kafa tutar mıydı? Yoksa sevdiği Efe üç gün önce ölmüş müydü?
Okan için çok zor bir karar olmadı. Koşar adımlarla eve dönüp başlığı geri göndermek için kutusuna yerleştirdi. Sıcak bir duş alıp kendine çeki düzen verdi ve hemen eski sevgilisine bir mesaj attı: Lütfen beni affet. Çok büyük bir hata yaptım. Bir daha asla seni üzmeyeceğim. Ne olur bana bir şans daha ver…